Deneme #1

Mert Susur
3 min readNov 19, 2024

--

Eğer o sabah evden on dakika daha erken çıksaydım, onunla asla karşılaşmayacaktım. Hatta yaşanan aksaklıklar olmasaydı, belki de hala aynı sarmalda yaşamaya devam edecektim. Gözlerimi açtığımda, odanın her zamankinden daha aydınlık olduğunu fark ettim. Daima saatinde çalan alarmım, o sabah beni uyandırmayı başaramamıştı. Bu küçük aksaklık, sabahın huzuruna ince bir belirsizlik eklemişti. Geç kalıyordum!

Bir çırpıda üzerime bir gömlek geçirip telaşla mutfağa koştum; uyanmak için acilen kahveye ihtiyacım vardı. Kahveyi fincana doldururken aceleci ellerimin bir anlık hatasıyla kahve, mutfak tezgahına yayıldı. Soğumuş kahvenin yavaşça döküldüğünü izlerken zaman âdeta durmuştu. Ardından lekeler, beyaz gömleğimde anılarını bırakırken sabahın son darbeleri indirilmiş oldu. Derin bir iç çekişle gömleğimi değiştirmek için odaya yöneldim. Küçük aksaklıklar birleşip büyük bir karmaşa yaratmış, zamanın kontrolü ellerimden kayıp gitmişti.

Gömleğimi değiştirip yeniden hazırlandım. Kapıdan adımımı atarken, sabahın getirdiği tüm telaşın gerçekte neye hizmet ettiğini düşünmüyordum. Geç kalmanın korkusu peşime takılmıştı ama o sabahın beni nereye götüreceğinden tamamen habersizdim.

Dışarı çıkar çıkmaz havadaki garip durgunluğu fark ettim. Zaman sanki yavaşlamış, aceleyle yürümek istediğim halde adımlarım ağırlaşmıştı. İçimde tarif edemediğim bir his vardı; adını koyamadığım ama varlığını hissettiren bir duygu: Bir şey olacak.

Ve o an geldi. Sokak köşesine yaklaştığımda, gözlerim onu gördü. Daha önce hiç karşılaşmadığım bir adam: Siyah paltosu, solgun ama dingin yüzüyle kalabalığın arasında belirdi. Sanki orada birini bekliyordu. Beklediği kişi ben miydim?

Yanından geçip gitmeyi düşündüm ama adımlarım daha da yavaşladı. Görünmez bir güç beni durduruyordu. O an, adamın bana doğru döndüğünü fark ettim. Gözlerinde, yaşamın ağırlığını taşırken bir yandan da derin bir bilgelik barındıran bir bakış vardı.

“Bu acele ne için?” dedi, dudaklarının kenarında belirsiz bir tebessümle. Sesi, eski zamanlardan kalma bir tını gibi sakindi ve derindi. O basit soru, sıradan sabahımı kökten değiştirdi. “Bu acele ne için?” Cümlenin ardında basit bir merak değil, içimde gizli kalmış bir sırrı açığa çıkaracak bir güç vardı. Cevap vermekte zorlandım.

“İşe geç kalıyorum,” diye mırıldandım. Ama sesim bile bu bahaneyi inandırıcı bulmuyordu. Onun aradığı cevap bu değildi. Bakışları ne yargılayıcıydı ne de sorgulayıcı; yalnızca bekliyordu.

“Geç kalmak?” diye tekrarladı. Sesi bu kez neredeyse bir düşünceyi dillendirir gibiydi. “Peki, neden?” Sorusu içimde yankılandı. Bir anlığına etrafımdaki dünya silindi, sadece o soruya odaklandım: Neden?

Kendi kelimelerimin ağırlığını hissettim. Uzun zamandır, neye yetişmeye çalıştığımı sorgulamadan bir koşturmaca içindeydim. Belki de hayat, o sabahki küçük aksaklıklarla bana bir şey anlatmaya çalışıyordu, ama anlamak istememiştim. Şimdi, onunla karşılaştığım anda fark ettim ki, kaçtığım şeyin peşindeydim: Hayatta neyi arıyordum? Neden bu kadar acele ediyordum?

Adam gözlerime baktığında, anladığımı biliyordu. Bu anlayış, bende bir rahatlama yerine derin bir pişmanlık uyandırdı. Yıllardır görmezden geldiğim bir duyguyu açığa çıkarıyordu: Kaçırdığım şey neydi?

“Belki de acele etmene gerek yoktur,” dedi, sesi zamandan bağımsız bir kesinlik taşıyordu. Bu cümlenin anlamını o an kavrayamadım. Kim olduğunu sormak istedim ama kelimeler ağzımdan çıkmadı.

Sessizlik ağırdı ama rahatsız edici değildi. İçimde bir huzursuzluk vardı; aynı zamanda yavaşlamanın getirdiği garip bir huzur. O sabah hayatımda ilk kez durma ihtiyacı hissettim. Ve bu durgunluk, bana kaçtığım gerçeği düşündürüyordu.

“Bugün dur,” dedi tekrar. “Kendi yolunu bulmak için acele etmeyeceksin.” Sözleri zihnimde yankılandı. Zaman durmuş gibiydi, ama bu durgunluğun içinde başka bir hareketlilik vardı. O an içimde bir şeyler şekillenmeye başladı.

“Kim olduğunu biliyor muyum?” diye sordum. Adam hafifçe başını eğdi, sonra tekrar gözlerini bana dikti. “Aslında çoktan anladın.”

O an gerçek bir ağırlıkla üzerime çöktü. Kalbim gerçeği biliyor, ama zihnim inkar etmek istiyordu. “Bu ne demek?” diye sordum, sesim titreyerek. Ama cevap gereksizdi, çünkü içimde hissettiğim gerçekle yüzleşmeye başlamıştım.

“Artık acele etmene gerek yok,” dedi. “Varman gereken yere ulaştın. Burası yolun sonu.”

Bu sözler doğaldı ama kaçınılmazdı. İçimdeki korku yerini tuhaf bir kabullenişe bıraktı. Uzun zamandır beklediğim bir sondu bu. Ancak, kendimi buna hazır hissetmiyordum. Yaşamadığım, ertelediğim onca şey vardı. Ama vardığım bu noktada, bunların artık bir önemi kalmamıştı.

--

--

Mert Susur
Mert Susur

No responses yet